Yu Hua romanlarında modernleşme sürecindeki Çin’i ve insanların yeni siyasi ve kültürel oluşumlara alışma sürecini en iyi anlatan yazarlardan biri.
Yu Hua’nın bu romanı Çin’de çıktığı ilk zamanlarda “fazla siyasi” olduğu için ve Kültür Devrimi’ni kötü gösterdiği gerekçesiyle yasaklanmıştır. Fakat bütün yasaklara rağmen kitap hız kesmeden yayılmış, çeşitli dillere çevrilmiştir. Benimde en sevdiğim Çinli yazarlardan biri olan Yu Hua’nın dilimize çevrilen bütün kitaplarını incelediğim bir seri yapmak istedim Uzak Doğu Edebiyatı severler için. İnceleyeceğim her kitabın çevirisi oldukça temiz ve akıcı, ayrıca Çince orjinal metinle büyük bir uyum içinde olduğunu söylemeliyim. Bu serinin ilk durağı ise “Yaşamak 《活着》(huó zhe)”.
“Yaşamak ” aslında bize çok ciddi bir sorumlulukmuş gibi geliyor. Büyük bir kavga. Sürekli korkularımızla yüzleşme endişesi ile devam ediyoruz her şeye. Korkularımızın başımıza gelmemesi için yaşamaya “çare” bulmaya çalışarak geçiriyoruz bir ömrü. Sanki bu şekilde yaşarsak her şey tabiri caizse daha tıkırında gidecek. Unuttuğumuz asıl şey ise, yaşadığımız her olayın, iyisiyle kötüsüyle mutlaka iki yönü olduğu. Dünya başımıza çökmüşken çöken dünyanın daha iyi bir yere açılma ihtimalinden bir haber kendimizi paralıyoruz. Veya beklemediğimiz bir mutluluğun bize asla tahmin etmediğimiz bir trajediye sebebiyet verebileceğini kestiremiyoruz. İşte Yu Hua bize bu her iki seçeneğinde ne kadar uç iki nokta olabileceğini ve yaşamanın aslında bir şekilde kaçınılmaz olduğunu bütün doğal süreciyle anlatıyor. Çünkü her zaman en zoru yaşamaktı.
“Yaşamak ” aslında bize çok ciddi bir sorumlulukmuş gibi geliyor. Büyük bir kavga. Sürekli korkularımızla yüzleşme endişesi ile devam ediyoruz her şeye. Korkularımızın başımıza gelmemesi için yaşamaya “çare” bulmaya çalışarak geçiriyoruz bir ömrü. Sanki bu şekilde yaşarsak her şey tabiri caizse daha tıkırında gidecek. Unuttuğumuz asıl şey ise, yaşadığımız her olayın, iyisiyle kötüsüyle mutlaka iki yönü olduğu. Dünya başımıza çökmüşken çöken dünyanın daha iyi bir yere açılma ihtimalinden bir haber kendimizi paralıyoruz. Veya beklemediğimiz bir mutluluğun bize asla tahmin etmediğimiz bir trajediye sebebiyet verebileceğini kestiremiyoruz. İşte Yu Hua bize bu her iki seçeneğinde ne kadar uç iki nokta olabileceğini ve yaşamanın aslında bir şekilde kaçınılmaz olduğunu bütün doğal süreciyle anlatıyor. Çünkü her zaman en zoru yaşamaktı.
Halk şiirlerini toplamak için yollara düşen bir halk şairi, yolda yaşlı öküzüyle birlikte tarla sürmekte olan bir ihtiyarla karşılaşır. İhtiyarın konuşma hevesini gören şair de büyük bir merakla adının Fugui olduğunu öğrendiği ihtiyarı dinlemeye başlar. Oldukça varlıklı bir ailede doğup sonra tıpkı babası gibi mirasyedi olan Fugui’nin hayatı şairi oldukça etkiler. Kültür Devrimi’nin gelişine şahit olan Fugui’nin hayatı acı doludur. Tüm sevdiklerinin ölümüne şahit olmuştur. Bütün bu acılara rağmen yaşamaya devam etmiştir. Şair Fugui’nin neşeli halinden de oldukça etkilenir. Fugui de yaşamını anlatmaktan çok gurur duyar. En nihayetinde elinde yaşadığı bir avuç mutlulukla kalmıştır. Bir zamanlar ailesiyle beraber çalıştığı tarlada tek başına kendi gibi yaşlı öküzüyle ailesine kavuşacağı günü bekler.
Romanın en güzel yanlarından biri, okuyucuya Çin’in en kanlı dönemlerinden biri olan Kültür Devrimi’nin sivil hayatı nasıl derinden etkilediğini ve insan yaşamının aslında sadece trajedi veya komediden oluşmadığını oldukça temiz ve sade bir dille anlatması. Aslında yaşanan her acının veya güzel olayın birbirinden ayrı yaşanmasının mümkün olmayışını en insani duygularla anlatıyor Yu Hua. Ölüm ve yaşam arasındaki o ince çizgi bu romanda çok iç içe. Örneğin, Fugui’nin hayatını değiştiren en büyük olaylardan biri olan kumar borcu, zaman içerisinde onun kurtuluşunun bileti oluyor. Veya yıllar sonra cephede omuz omuza yaşam mücadelesi verdiği can dostuyla büyük bir trajedi sonucunda karşılaşıyorlar. Fugui’ye de kederin kaderinin bir parçası olduğunu düşündüren sahneler bunlar. Ölüm ile kayıp duygusu arasında yaşanan bir ömür Fugui’inki.
“Sıradan bir hayat en iyisi. Onunla savaş, bununla mücadele et derken, sonunda hayatından oluyorsun”
Bakıldığında Fugui’nin hayatı da sıradan bir hayattır aslında. Acıların varlığı hayatımızı farklı kılmıyor. Hayatımızı farklı kılan şey yaşamaya nasıl devam ettiğimiz. Bu yaşamaya nasıl devam ettiğimiz cümlesine de “hayat mücadelesi” diyoruz uzun vadede. Trajedilere, zorluklara veya bizi mutlu eden olaylara verdiğimiz tepkiler. İnsanın yaşamaya devam etmek için iç güdüsel olarak sürekli sevdiklerini düşünmesi, hayatta kalma mekanizmamızın aslında sevdiklerimizle ne kadar iç içe olduğunun bir göstergesi. Bu Fugui için önce ailesiydi şimdi ise köylülerin dediği gibi tıpkı ona benzeyen öküzü. Biraz sert bir tabir olacak belki ama insan yaşamak için mutlaka bir bahane buluyor.
Yaşamanın Yu Hua’ca her şeyin iki yönü olduğunun farketmekten geçtiğini düşünüyorum. Bu yüzden romanı okurken acının yanında yüzümüzde tebessüm oluşturması hem oldukça insani hem de hayatın olağan akışında her şeyin mümkün olabileceğini hissettiriyor. Hatta olmaz, yaşanmaz diye düşünülen durumlar yaşanırken bizi bu durumun yaşanabilirliğine ikna etmesi de ayrı bir başarı. Bir diğer önemli nokta ise; insanın ömründe yaşayabileceği bütün acıları, yaptığı büyük hataların bedelinin de aslında zaman içinde boyut kazanabileceğini göstermesi. Yaşarken hissettiğimiz acının, bedelini ödediğimiz hatanın, aslında o zaman dilimi için hayatımızı tepetaklak ettiğine olan derin inancımız, zaman içerisinde hiç beklemediğimiz bir anda aslında o acının veya hatanın yaşanması gereken bir durum olduğu inancına evriliyor. Bizi kurtaran şeylerden biri de bu bana kalırsa. Tıpkı Fugui’de de olduğu gibi, hayatımızın son demlerinde aklımızda yaşadığımız büyük trajediler değil, trajedinin arkasından bağımsız olarak gelen güzel günler kalıyor belki de.
Bir sonraki durak Yu Hua “Kanını Satan Adam” da görüşmek dileğiyle...
Kitabın ayrıntılı analizi için “QinJie ile Güzel Doğu” sayfasını ziyaret edebilirsiniz:
https://qinjieileguzeldogu.com
Instagram: qinjie_cince