Gök yüzünde savrulan bir kuşun kanadında, uçtu gitti söylenen sözler. Ne çok sözcük saklı karşıki ormanların kuytularında. Cümleler bir baştan bir başa beklemekte, iskeleye yaklaşan yolcu gemilerini. Derinlerde bir ses var söylenmemiş, söylenmiyor ve söylenmeyecek… Öylece göçüp gidecek ve toprak örtecek üstünü.
İçimizde kalmasın dediklerimiz söylenmeli mi sahi? Her söz bulur mu yerini yurdunu? Var mı her sözcüğün bir evi? Yaralayacaksa bu şehri eğer ki, içimizde kalsa ya yeri!
Her sözcük sahibine meftundur, çıktıktan sonra misafir olur gittiği yere. Olaki memnun kaldı ev sahibi, uzunca oturur; lakin misafirliğin kısası makbuldür. Her söz sahibine meftun, yerinde memnundur. Evi evinse yurdu yerinse gittiğin gönlün, sözcüklerde çiçek açar o vakit işte. Orası başka bambaşka bir hal olur. Güneş o vakit aydınlatır, ısıtır tutuşan gönülleri. Sözler dilsiz, diller sözsüz kalır. Gayrı o vakit lâl olur diller. Gözler, gönüller anlaşır. Sessizlik söz olur. Sarılınca sıcacık olur. Kalbin ritmi duyulur. Bir melodi yankılanır aşıkların kulaklarında. Misk kokusu sarar sevda yerini. Sen ben kalmaz biz olur. Çiçek açar dört bir yan pembelenir, yeşillenir. Kuş cıvıltıları serpilir sessizliğin gizine. Beden teslim olur dinginliğin nefsine. Bir dem ki ruhlar hemhâl olur…
İşte öyle bir an olur ki ruh beden bir söyler sözleri. Çokluk perdesi kalkar, bir olur cümlesi. Söylenene meftun, söyleyene bin meftun. Öyle ya, bilinmez ötesi…