Bu yazımda Çin-Türk Kültürü ve Dili yazılarıma biraz ara verip, siz sevgili okurlara çok sevdiğim Japon edebiyatından, Cuniçiro Tanizaki’nin “Bir Kedi, Bir Adam, İki Kadın” adlı romanından bahsetmek ve yoğun hayatlarımızın içindeki karmaşadan kısa süreliğinede olsa biraz olsun sıyrılıp, hep birlikte yanlızlık-sevgi-emek sarmalı üzerine düşünelim istedim.

İthaki Yayınların’dan çıkan “Bir Kedi, Bir Adam, İki Kadın” romanı başarılı bir şekilde çevrilmiş ve düzenlenmiş, dili oldukça açık ve sade. Umarım sizlerinde hoşuna gider. 

Roman Adı: Bir Kedi, Bir Adam, İki Kadın (猫と庄造と二人の女)

Yazar: Cuniçiro Tanizaki (谷崎 潤一郎)

Yayınevi: İthaki Yayınları 

Çevirmen: Alper Kaan Bilir

Editör: Ömer Ezer

Düzelti: Mustafa Güdük 

Cuniçiro Tanizaki’nin Yaşamı ve Eserleri

Öncelikle Cuniçiro Tanizaki’den bahsetmek istiyorum. Kendisi modern Japon edebiyatının en önemli yazarlarından biri olup, 24 Temmuz 1886’da Tokyo’nun Nihonbaşi bölgesinde doğmuştur. 1908’de Tokyo İmparatorluk Üniversitesi’nin Edebiyat bölümüne girmesine rağmen, maddi sıkıntılardan dolayı okul harcını yatıramadığı için öğrenimine devam edememiştir.  1918’de Çin’in çeşitli bölgelerine yaptığı seyehatlerden önce, Modern Batı edebiyatına daha yoğun bir ilgi duyuyordu. Çin gezisi ve Kanagawa’daki batı tarzı bohem yaşam şekli, hem Uzak Doğu hem Batı kültürünün etkileri eserlerine de belirgin bir şekilde yansımıştır. 

1923’te Büyük Kantō Depremi’nde evi yıkıldıktan sonra Kyoto’ya taşınmış ve ilk başarılı romanı olan “Naomi”yi depremden sonra kaleme almıştır. Mutsuz bir evlilik geçiren Tanizaki, eski eşinin, yakın arkadaşı yazar Sato Haruo’yla ilişkisi olduğunu öğrendiğinde bu durum eserlerini bir nebze etkilemiş olsa da, aynı dönem Japon yazarlarla karşılaştırıldığında eserleri çok fazla otobiyografik ögeler barındırmamaktadır.  Tıpkı “Bir Kedi, Bir Adam, İki Kadın” romanında da tanık olacağımız gibi, Tanizaki’nin eserlerindeki erkek karakterler, kadın karakterlere göre daha pasif, toplumdaki “erkek” rolünden bu pasiflikle sıyrılmaya çalışan karakterlerdir. Kadın karakterlerse tam aksine daha güçlü hatta bir yerde erkeğin üstlenmesi gereken rolü de üstlenmeye çalışan, daha atılgan karakterlerdir. 

Son eseri “Fūten rōjin nikki (Deli Yaşlı Adamın Günlüğü)” 1965’te yayınlanmıştır. Ölümünden bir yıl önce 1964’te Amerikan Edebiyat ve Sanat Akademisi tarafından fahri üyelik verilen ilk Japon yazardır. 1965’te Chūō Kōronsha yayım şirketi tarafından başlatılan “Tanizaki Ödülleri” Japonyadaki en prestijli edebiyat ödüllerinden biridir. Haruki Murakami dünya çapında üne kavuşmadan önce, Cuniçiro Tanizaki  “en büyük üç”  savaş sonrası Japon yazarlarından biriydi.

Roman’daki Karakterler

  • SozoLili’nin sahibi, yanlız, umursamaz, savurgan ve sorumluluktan kaçan adam
  • Lili: Avrupa cinsi, kumral, siyah benekli, oyuncu dişi kedi 
  • Sinako: Şozo’nun ilk eşi, yanlız, çok soğuk, sorumluluk sahibi kadın 
  • Fukuko: Şozo’nun ikinci eşi, eğlenmeyi savurganlık derecesinde seven, sorumsuz, bencil kadın 
  • Orin: Şozo’nun annesi, mahellesinde bile pek sevilmeyen bir karakter, biraz paragöz

 Roman’nın İçeriği Üzerine Düşünceler  

Roman Şozo’nun eski eşi Şinako’nun mektubuyla başlıyor. Şinako, Şozo’yla boşandıktan sonra, Şozo’ya defalarca kedileri Lili’yi ona geri göndermesi için mektuplar yazıyor fakat hiçbirisine cevap alamıyor. En sonunda çareyi, Şozo’nun yeni eşi Fukuko’ya mektup yazmakta buluyor. Hatta kendi tabiriyle “o adam” olurda mektupta Şinako ismini görüp, yeni eşine mektubu vermezse diye de Fukuko’nun arkadaşı Yuki ismiyle yazıyor mektubu. 

Mektubu görünce zaten oldukça rahatsız olan Fukuko, okuduktan sonra iyice rahatsız olup eşine karşı daha büyük bir güvensizlik duymaya başlıyor. Mektupta Şinako oldukça acındırıcı bir dille kendi ruh halini anlatıp, kendisinin zaten çeyizinden “kırık bir çanak” bile alamadan evden kapı dışarı edildiğini, evini çok özlediğini, en azından Lili yanında olursa ev hasretinin biraz olsun dineceğini yazıyor. 

Mektubun en önemli kısmı ise, Şozo ve Lili hakkında. Şinako tabiri caizse, Şozo’nun bu hayatta sadece o kediyi sevebileceğini, kendisini her zaman Lili’den daha aşağıda gördüğünü ve artık yanında asıl sevdiği Fukuko varken o “mahluğa” ihtiyaç duymayacağı için, kediyi kendisine vermelerini söylüyor. Sonuna da ekliyor, “Eğer o kediyi hala geri vermek istemiyorsa, sizi de ondan aşağıda görüyor demektir”

Şinako romandaki ilginç karakterlerden bir tanesi. Başlarda romanı okurken okuyucuda iki insanın arasını bozmaya çalışan eski eş gibi görünsede -nitekim onunda başlarda planı buydu, Lili’yi yanına alıp, Şozo’yla yeniden biraraya gelmek istiyordu-, kendisi ne yaptığını iyi bilen ve duygularını iyi ölçen bir kadın. Roman boyunca karakter gelişimi de, diğerlerine oranla daha yüksek. Şinako, kendisinin haksızlığa uğradığını, evlilikleri boyunca eşine ve evine verdiği emeğin karşılığını asla alamadığını, üstüne üstlük evden kovulduğunu düşünüyordu. Hatta Şozo’nun Lili’yi kendisinden daha çok sevdiğini, Şozo’dan istediği gibi sevgi göremediğini hissediyordu. Ama bütün bunlara rağmen evden kovulmasının başlıca sebeplerinden birisinin Şozo değilde, kaynanası Orin ve Fukuko olduğunu, Şozo zaten çok beceriksiz, umursamaz olduğu için oyuna geldiğini, eğer bu iki kadın olmasaydı şuan hala evli olacaklarını düşünüyordu.

Fukuko, Şozo Lili’ye sirkeli uskumru yedirip, oyun oynarken, Şinako’nun mektubunu geçiriyor aklından. Bana kalırsa Fukuko’nun Şozo’yla olan evliliğini temelden sorgulamaya başladığı yerlerden birisi bu kısım. Şozo, Fukuko’dan sürekli, yapmasını sevmediğini bildiği halde, sirkeli uskumru yapmasını istiyor. Fukuko’da Şozo sevdiği için bu yemeği yapıyor yapmasına ama tam o anda kocasının bu yemekten 2-3 parça yediğini, geride kalan bütün balıkları Lili’ye yedirdiğini farkediyor, yani aslında bu yemeği sadece Lili için yaptırıyor. O anda Fukuko için işler kopuyor ve büyük bir kavga patlak veriyor. Sonunda Şozo’dan, Lili’yi “o kadın”a göndermesi için söz alıyor, hatta bu sözü alırken Şozo’nun bu isteksiz tavrına karşı, onun her yerini tırnaklarıyla çiziyor. Kendisi hali hazırda zaten Lili’den hoşlanmıyor, başlarda sırf Şozo’nun gözüne hoş gözükmek hatta Şinako’yu Şozo’ya kötülemek için seviyormuş gibi davranıyor. Ama sonuçta tıpkı Şinako gibi, Şozo’nun kediye olan sevgisini kıskanıp o da ara sıra kediye kötü davranmaya başlıyor. Aslında bunun büyük bir kavgaya dönüşmesinin sebebi Şozo’nun yazarın tabiriyle “mertçe” isteklerini ve duygularını dile getirmemesi, Fukuko Şozo’nun sürekli kıvırmaya çalışan tavırlarından sıkılıp iyice küplere biniyor. 

Şozo, bu sözü verir vermez annesine koşuyor ve annesinden Fukuko’yu Lili’yi göndermemesi için ikna etmesini istiyor. Şozo karakteri, dışarıdan bir gözle bakıldığında beceriksiz, ne istediğini bilmeyen, umursamaz, savurgan hatta “ana kuzusu” olarak görülüyor. Hatta annesi Orin, onu öyle beceriksiz görüyor ki, kendisi ölünce bu çocuk nasıl hayatta kalır, yaptığı her işi batırıyor diye düşündüğü için, “yüklü miktarda çeyiz”le gelen Fukuko’yu oğluyla evlendirmesinin başlıca sebeplerinden bir taneside bu. Kendisi, Şinako’yu “içten” bulmuyor. Hatta evin bütün işini yapması, ev bütçesine katkıda bulunması bile sinirini bozuyor. Böylelikle Fukuko ve Orin birlikte Şozo’nun aklına girip, Şinako’yu “kapı dışarı” ediyorlar. 

Şozo kendi iç dünyasında ne yaptığının farkında olan bir adam, hatta annesi dahil herkesin ondan beceriksiz, işe yaramaz diye bahsettiğinin de farkında. Şozo’nun bir nevi sorumluluktan kaçış şekli bu. Kendi yanlızlığıyla o kadar meşgul ki, çevresinde olup biten her şeye karşı kendini umursamaz, vurdum duymaz şeklinde lanse ediyor. Eski eşi Şinako’dan da sevgi görmediğini, soğuk, çekilmez olduğunu düşünüyor, hatta Şinako’nun evine gösterdiği emeği, el işi yaparak Şozo’nun  bazı borçlarını ödediğini bile göz ardı ediyor. Üzerine emek verdiği ve sevdiği tek şey kedisi Lili, sürekli onunla vakit geçiriyor. Şozo kedisiyle amiane tabirle “baba-kız” ilişkisi kurmuş vaziyette. Sürekli onunla beraber geçirdiği güzel anılar canlanıyor gözünde. Onu yollarken de büyük bir acı ve keder duyuyor. Fakat Fukuko’nun koyduğu yasaktan dolayı, bırakın kediyi görmeye gitmeyi, Şinako’nun evine yaklaşamıyor bile. Fukuko Şozo’yu asla “o kadın”ın oyununa gelmemesi için defaatle uyarıyor. Şozo ise Fukuko’nun onun tek kıymetlisi olduğunu asla “o kadın”ı görmek istemediğini, tek derdinin Lili olduğunu söylüyor. 

Şinako Lili’yi aldıktan sonra, başlarda her ne kadar birbirlerine alışamayıp, ufak tefek maceralar yaşasalarda, sonunda birbirlerine alışıp bağ kurmayı başarıyorlar. Şinako’nun karakter gelişimi de bu andan itibaren başlıyor. Her gün uyumadan önce Lili’yle dertleşip ağlarken; her ne kadar kaynanası Orin’le anlaşamıyor olsa da, aslında Şozo’yla da anlaşamadıklarını, birbirlerini sürekli suçlayıp kavga ettiklerini faketmeye başlıyor. Hatta, eğer Şozo onu gerçekten sevseydi, evliliklerine emek verseydi, şuan kızları Lili’yle birlikte huzur içinde yaşayacaklarını, Şozo’nun kendisini terk etmeyeceğinin farkına varıyor. Yani aslında sorunun Şozo’nun aklına girilmesi değil, sorunun Şozo’nun onu sevmemesinden kaynaklandığını anlıyor. 

Fukuko’nun misafirliğe gittiği bir gün, Şozo bahaneyle Lili’yi uzaktantan da olsa görmek için, Şinako’nun evine gidiyor. Şinako’nun Lili’yi aç bırakıp kötü davrandığından şüpheleniyor. Lili’nin acı çektiğini düşünerek içi içini yiyor, yanına para almayı akıl edemeden yola düşüyor. Giderken de evin birine girip tavuk ödünç alıyor, parasını sonra vereceğini söylüyor. Şinako’nun yaşadığı evin bahçesinde soğukta bekliyor ama Lili çıkmayınca çaresiz, bitap halde eve dönüyor. Lili olmayınca kendini, tıpkı Şinako gibi yalnız ve çaresiz hissediyor, umarsamaz tavrıyla herkesten kendini uzaklaştırdığı için de, Lili’den başka kimsesinin onun bu yanlızlığını anlamaycağını düşünüyor. Bir kaç gün sonra, tavuk aldığı evin sahibi Şozo’nun evini buluyor ve parasını istiyor. Bunu öğrenen Fukuko çılgına dönüyor ve Orin’e bağırıp çağırmaya başlıyor, onu kandırıp, oyaladıklarını söyleyip -tıpkı Şinako’ya yaptıkları gibi-, evi terk ediyor. Dışarıdan kavganın sesini duyan Şozo eve girip yüzleşmeye cesaret edemediği için çareyi yine kaçmakta bulup, Lili’yi görmeye gidiyor. 

Şinako’da o öğleden sonra yaptığı ev işlerini teslim etmek için, yaşadığı kız kardeşinin evinden ayrılıyor. Şinako’nun çıktığını gören Şozo, bahçedeki ağacın arkasına saklanıyor, Şinako uzaklaşınca da eve giriyor. Şinako’nun kız kardeşinden Lili’yi görmek istediğini, meraktan ve endişeden perişan olduğunu söylüyor. Şozo, Lili ve Şinako’nun yaşadığı odaya çıkınca, Şinako’nun aslında Lili’ye çok iyi baktığını, sevdiği yemekleri yedirdiğini, kumunun tertemiz, Lili’nin yastığının Şinako’nun yastığından bile daha iyi olduğunu farkediyor. Lili’ye bu denli iyi bakmasına şaşırıyor. Hatta kendi kendine, ne oldu da bu kadar nefret ettiği bu kediyi bir anda böyle sevmeye başladı diyor. Lili’yi sevip okşarken, o an karısının evden yollanmasının, kedinin bu kadar dert çekmesinin, yani hayatında onu seven herkesin bu halde olmasının kendi yüzünden olduğunu farkediyor. Hem Şinako’ya hem kediye acıyor fakat şuan gidecek bir evi bile olmayan kendisine daha çok acıyor. Yazarın tabiriyle “Asıl onun bu dünyada yeri yurdu yoktu”. 

Şinako’nun gelmesinden korkan Şozo aceleyle evden çıkıyor, karşı yoldan gelen Şinako’yu görünce de, sanki korkunç bir şey tarafından kovalanıyormuşçasına tam tersi istikamete koşup uzaklaşıyor. Yani yine kaçıyor. 

Tanizaki’nin bu romanı bize sevginin de yanlızlığın da binbir çeşidi olabileceğini gösteriyor. Modern hayat, kadının da erkeğinde omuzlarına çok ağır yük bindiriyor, haliyle sevginin ve yanlızlığın ifade ediliş biçimi sürekli boyut değiştiriyor. Fakat, bu yükü içselleştirip yanlız kalmayı istemekle, bu yükün arkasına sığınıp yalnız kalmaktan yakınmak ve insanların hayatında yara açmak bambaşka şeyler. 

İnsanda tamamlanma hissi oluşmayınca, beklentinin doğurduğu umut, insan kalbi için en büyük zehir olabiliyor. Tıpkı Şinako’nun kediyi alınca Şozo’nun ona döneceğini umması gibi. İnsanın sevildiğini anlaması sadece karşılıklı emekle oluyor, sevgi kanıt istiyor bir yerde. Bunun için aslında çok büyük kanıta da ihtiyaç yok. Tıpkı sevilmediğini anlamak için çok büyük kanıta ihtiyaç olmadığı gibi. Ama yinede, insan bazen sevilmediğini daha uzun sürede farkediyor, hatta bunu anlamakta direnebiliyor, çeşitli kılıflar uydurabiliyor. Sevilmemenin acısıyla başa çıkmaktan korktuğumuz için, yaşadığımız hayat bizi yanlız olmaya sürüklüyor, Tanizaki’de bu yanlızlık, sevgi ve emeğin çok iç içe, grift bir yapıda olduğu en sade dille anlatıyor.