Yeşil ve ağaçlar. Oldum olası severim ama son zamanlarda daha başka bakar oldum. Ve bir kitapta okuduklarımın ardından bakınca gördüklerime yenilerini ekledim.
Ağaçların gölgesi, insanın bedeni gibiydi aslında. Heybetli bir bilgeyi anımsatıyordu bana kimisi; elbet genç gövdesiyle göklere doğru uzanan dalları, körpecikti kimisinin de. Ne çok benziyorlardı insana. Güneşe, yağmura el açıyorlardı sanki. Okuduğum kitapta, dallarını gökyüzüne uzatarak dua ettiklerini söylüyordu İspanyol yazar. Teşekkür çoğumuzun borcu değil miydi zaten? Onlar da nasipleniyorsa güneşten, yağmurdan bizler gibi; elbet şükür tüm canlıların kendi tarzında borcuydu.
Peki ya kökleri, ayaklarımızdan çok mu farklıydılar sahi? Daha emin adımlarla yere bastıkları kesindi oysa. Yürümeyen; ama geçecekleri yeri iyi bilen kökler, taşlarla inatlaşmadan yer açarlardı kendilerine. Kendilerinden emin yayılırlardı, toprakla uyum içinde.
Ağaçların başı yoktur demişti yazar, düşünemezler ama hissederler. Öyle ya bir ev bitkisi bile ona davranışımızla harekete geçip çiçeklenir çoğu zaman. Sevgiyle ilgiyle bakıyorsak, şen şakrak sohbetler ediyorsak çiçek açarlar. Fesleğense konuşmayla yetinmez. İllaki okşayacaksın onun başını. Öyle olunca hoş kokusunu yayar etrafa. Teşekkür etme şekli budur onun da.
Dışarıdaysa rüzgârla, yağmurla, güneşle sohbet halindedir yeşilin sahibi ağaçlar. Yaprakları güneşle yağmurla can bulur, rüzgârlar düşürürken dalından yapraklarını; polenleri, tohumları da yayar dört bir yana ve yeşilden mahrum kalmaz bu sayede karış karış toprak. Tohumlar can bulur, savruldukları başka başka yerlerde. Ve çiçeklenir ağaçlar. Zamanı gelince meyve verir, kimisi de. Bilinmez sırlarıyla kimisi şifa olur yiyene, kimisi zehir. Başka başka hünerleri vardır meyvelerin de. Kimininki lezzetli bir tat bırakır kimisi sulu kimisi kamaştırır dilimizi ekşiliğiyle.
Ve ağaçlar yuva olur, böceğe kuşa. Ağaçların o zarif kıvrımlı yaprakları şemsiye olur, onlarla beraber bizlere de. Ani yağmurlar bastırınca, bizler de kuşlar gibi sığınırız onların yamaçlarına. Güneşin tepeye çıktığı anlarda gölgelenmek isteriz, yine diplerinde.
Dahası böceğe kuşa yuva olan ağaçlar, yapraklarını döküp de tahtaya dönüştüğünde bizlere de yuva oluverirler. Evler yapar içlerinde yaşarız, sandalyeler masalar yapar otururuz yine. Beşikler yapar sallanır ve en sonunda içlerine girer bilmediğimiz ölüme gideriz tabuttan halleriyle…