Xinhua muhabiri Xia Yuanyi
BEİJİNG, 22 Mayıs (Xinhua) -- Japonya'nın Hiroşima kentinde düzenlenen G7 zirvesi sonunda ABD liderliğindeki grup yayımladığı bildiriyle kasten tezgahladıkları ve Çin'e atfedilen "ekonomik zorlama" söylemiyle yaygara koparmayı planlıyor. Böyle bir cadı avı, düpedüz gülünç ve bir o kadar da saçma. Konu "zorlama" olduğunda, ABD birinciliği kimseye bırakmıyor. Washington'ın yıllar boyunca kendilerini nasıl sömürdüğü veya kan akıttığı göz önüne alındığında, ABD'nin G7 müttefiklerinin de kin besleyecek çok sebebi olmalı.
Washington, dünyada dış politikası "zorlayıcı" olarak nitelendirilen ilk ülkedir. Stanford Üniversitesi'nde profesör olan Alexander George, 1971'de ABD'nin Laos, Küba ve Vietnam politikalarını tanımlamak için "zorlayıcı diplomasi" kavramını ortaya atmıştı. ABD 2021 yılı itibarıyla 9.400'den fazla yaptırımın yanı sıra yaklaşık 40 ülkeye tek taraflı ekonomik yaptırım uygulayarak dünya nüfusunun neredeyse yarısını etkiledi. Çin de ABD'nin ekonomik zorlama politikasından nasibini aldı. Washington, Çin'in yüksek teknoloji endüstrisini baskı altına almak için uydurma bahanelerle 1.000'den fazla Çinli şirketi yaptırım listesine ekledi.
ABD, 2022 Çip ve Bilim Yasası'nı getirmenin ve Çin'e teknoloji ve çip yapım ekipmanları alanında kapsamlı bir dizi ihracat denetimi uygulamanın yanı sıra müttefiklerine Çin'in yarı iletken teknolojisini hedefleyen benzer kısıtlamalar getirmeleri yönünde baskı yaptı. Washington'ın bu mesnetsiz "ekonomik zorlama" suçlamasını yaratmada en az iki art niyeti var: Çin'i karalamak ve müttefiklerini ekonomik yönden karşılıklı bağımlılığı azaltmaya zorlamak. Her ikisi de şüphesiz boşa çıkacak. Birincisi, Beijing hiçbir zaman herhangi bir "ekonomik zorlamayı" benimsemedi. İkincisi, dünyadaki çok az ülke Çin'in istikrarlı ekonomik beklentilerinin ve üst düzey dışa açılma taahhüdünün getirdiği kalkınma fırsatlarını görmezden gelebilir.ABD, müttefiklerine Çin'den çekilmeleri telkininde bulunurken, birçok Avrupalı şirket ise dünyanın en büyük ikinci pazarına girişlerini hızlandırıyor. Alman Ekonomi Enstitüsü IW'den alınan ön veriler, Alman şirketlerinin Çin'deki yatırımlarını artırdığını gösteriyor.
Öte yandan Nisan ayında Çin'i ziyaret eden Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'a, Avrupalı uçak üreticisi Airbus, lüks devi LVMH ve Fransa'nın en büyük elektrik şirketi EDF de dahil olmak üzere ticari bağları güçlendirmek niyetindeki güçlü bir iş heyeti eşlik etti. Nisan ayında ayrıca Airbus ve Çinli ortakları, A320 ailesinin son montaj kapasitesini Çin'in kuzeyindeki Tianjin kentindeki merkezinde ikinci bir hat ile genişletme konusunda anlaşma imzaladı. Aslında G7 içinde Çin ile ilgili konularda çatlaklar şimdiden ortaya çıkmaya başladı. ABD Hazine Bakanı Janet Yellen'ın Mayıs ortasında "ekonomik zorlama" söylemini satma çabalarına rağmen, G7 maliye bakanları ve merkez bankası başkanları toplantısının ardından yayımlanan bildiride Çin'den hiç bahsedilmedi.
Soğuk Savaş döneminde özel bir sanayileşmiş ekonomi kulübü olarak kurulan G7, öncelikle çağdaş ekonomik sorunlara yanıt olarak makro ekonomik girişimleri kolaylaştırmak amacıyla oluşturulmuştu. Grubun küresel GSYİH içindeki payı, 1989'daki yaklaşık yüzde 70 seviyesinden 2021'de yüzde 40'a düşmesine rağmen, G7 aslında dünyaya ekonomik sorunlar getiriyor, sorunları çözmüyor ve dünyayı herkes için daha iyi bir yer haline getirme taahhüdüne ancak lafta destek veriyor. G7 kendi içindeki sorunlara bile çözüm bulamaz, taahhütlerini yerine getiremezken, ABD'nin Çin'in yükselişine her biri kendi gerekçeleriyle diş bileyen diğer G7 müttefikleriyle birlikte karşı koyma girişimi başarısız olmaya mahkumdur.