Evet siz bu soruyu düşünürken ben bu yazımda sizlere kaizen felsefesi nedir? Nasıl bir yöntemdir? Bizler kaizeni hayatımıza nasıl uygulayabiliriz biraz bunlardan bahsedeceğim.
Belki bu yazdıklarımı okuduktan sonra baştaki soruya da birlikte cevap bulmuş oluruz ne dersiniz?
Kaizen Japoncada “kai” değişim ve “zen” daha iyi anlamına gelen kelimelerden oluşur. Daha iyisi için değişim, sürekli gelişim gibi anlamlar ifade eder.
Kısaca kaizenin tarihine de değinecek olursak, Toyota’nın üretim sürecinde kalite çemberlerini ilk kez uyguladığı II.Dünya Savaşından sonra başlar. Kalite çemberleri işle ilgili sorunları tanımlayarak, analiz edip çözmek için toplanan gruplardır. Bu gruplar oluşturulurken ülkeyi ziyarete gelen Amerikan iş ve kalite yönetimi öğretmenlerinden de kısmen de olsa etkilenilmiştir.
Bu çalışmalar 1950’lerde Japonya’da çok popüler olmuş adeta bir konsept haline gelmiştir. Ve kaizen terimi Masaaki Imai’nin çalışmalarıyla dünya çapında ün kazanmıştır.
Aslında kaizen hem bir yöntem hem de bir felsefedir. Başlangıçta yönetim becerilerini geliştirmek için kullanılan bu yöntem zamanla kişisel gelişimi teşvik etmek için de kullanılan bir felsefe biçimi haline gelmiştir.
Kaizenin temel hedefi; küçük adımlarla, istikrarlı bir şekilde sürekliliği sağlayarak başarıya ulaşmaktır. Kaizende değişim ve gelişim için gösterilen çaba ve adımlar başlangıçta o kadar küçüktür ki sonuçta başarısız olmak imkansızdır.
Normalde tüm değişimler hatta olumlular bile biraz korkutucudur. Değişiklikler ister görünüşte önemsiz olsun isterse yaşamımızı kökten değiştirecek olsun bu durum bizi ürpertir. Değişikliğe karşı duyulan bu korku, beynin içine kök salmıştır ve bu duygu ortaya çıktığı an değişikliği, yaratıcılığı ve başarıyı engeller. İşte tam da bu sebeple yapmayı planladığımız bir işle ilgili radikal kararlar vermek yerine küçük adımlar atarak beynin korku dolu tepkisini etkisiz hale getirebiliriz.
Biliriz ki insanların çoğu günlerinin yoğunluğundan, iş telaşesinden dert yanar. Bu sebeple de günlük programlarına 3-5 saatlik planlar eklemeye cesaret edemezler. Fakat günlük rutinimize ekleyeceğimiz birkaç dakikalık programlar bizleri zorlamayacaktır. Örneğin amacımız bir kitabı bitirmek olsun her gün yatmadan 1-2 dakika da olsa okuyacağımız bu kitap için bahanemiz olamaz öyle değil mi? İşte buradaki amaç ne kadar üşengeç ya da tembel olursak olalım hayatımıza ekleyeceğimiz birkaç dakikalık rutinlerle nelerin güzelleşeceğini görebilmektir.
“Peki sahiden bu küçük değişikliklerle büyük kazançlar sağlamış, zirveye ulaşmış kimler kimseler var mıdır?” dediğinizi duyar gibiyim. O halde sizlerle şu muhteşem hikâyeyi paylaşmak isterim.
EVET!
İngiliz Bisikletçiliği (The British Cycling Federation) kaderi 2003 yılında bir anda nasıl değişti öğrenmeye hazır mısınız?
Her şey Dave Braisford’un performans direktörlüğüne getirilmesi ile başladı. O zamana kadar İngilteredeki profesyonel bisikletçiler neredeyse 100 yıldır vasat durumdaydılar. 1908’den beri İngiliz bisikletçiler olimpiyat oyunlarında yalnızca 1 altın madalya kazanmışlardı. Ayrıca bisiklet sporunun en büyük yarışı olan Fransa Bisiklet Turunda daha kötü durumdaydılar. Tam 110 yıldır bu yarışı kazanan bir İngiliz bisikletçi bile olmamıştı. Ve dahası artık, Avrupa’nın önde gelen bisiklet üreticileri diğer profesyonel ekipler, ekipmanlarımı İngilizlerde görürlerse almak istemezler zarara girerim diye bu takıma bisiklet satmayı bile reddettiler.
İşte tam da o anda Dave Brailsford devreye girdi.
Dave “Çalıştıkça ilerlersin, durursan düşersin.” diyordu. Vee marjinal tekerleri bisikletin mucizesine dönüştürüyordu.“Bütün prensip, bisiklet sürmekle ilgili her şeyi küçük parçalara böler ve o parçaları %1 oranında iyileştirirseniz, hepsini bir araya topladığınızda hatırı sayılır bir düzelme sağlarsınız.” diye açıklıyor. Sonrasında ne mi oluyor takımda büyük bir dönüşüm başlıyor.
-Bisiklet selelerini daha rahat hale getirebilmek için yeniden tasarladılar.
-Daha iyi bir tutuş için lastiklere alkol sürdüler.
-Biniş sırasında ideal kas ısısını korumak için binicilerden elektrikle ısınan dış şortlar giymelerini istediler.
-Her sporcunun egzersizlere nasıl tepki verdiklerini incelemek için biyo geri bildirim sensörleri kullandılar.
-Takım bir rüzgâr tünelinde sayısız kumaş denedi. (Aerodinamik) ve bunun sonucunda kapalı mekân yarış tulumlarında karar kılındı.
-En hızlı kas iyileşmesini hangisinin sağladığını görmek için farklı masaj jeli türleri denediler.
-Soğuk algınlığı ihtimalini azaltmak üzere binicilere ellerini yıkamanın en iyi yolunu öğretmesi için bir cerrah bile görevlendirdiler.
-Her binici için en iyi gece uykusunu sağlayacak yastık ve yorgan türünü belirlediler.
-Hassasiyet ile ayarlanmış bisikletlerin performansını zedeleyebilecek en küçük toz zerrelerini fark etmelerine yardımcı olması için takım kamyonunun içini beyaza boyadılar.
Bunlar ve dahası yüzlerce küçük iyileştirme birikirken sonuçlarda tahminlerden daha büyük bir hızla gelmeye başladı. Sonuç nasıl mı oldu?
10 yılda:
-178 dünya şampiyonluğu
66 Olimpiyat ve paralimpik altın madalya
5 Fransa bisiklet turu zaferi!
Hedeflere değil, hedefe giden yolda sistemleri iyileştirmeye odaklandılar. Her gün daha iyisini yapmak için mücadele ettiler.
Şimdi sizler bu sürece ister Kaizen felsefesi deyin ister marjinal faydalar deyin ya da bizler Türkçeleştirip küçük adımlar felsefesi koyalım bu yöntemin adını.
Ama ne dersek diyelim bir yerlerden o küçük adımları atmaya başlayalım. Esasında uzaklarda bir felsefe aramaya ya da sistem haline getirmeye çokta gerek yok. Bir bebek o ilk adımlarını atmaya çalışmasa koşabilir mi sokaklarda ve aslında hepimiz hatırlayamadığımız o ilk adımlarımızla başlamadık mı hayata? Önce korktuk belki, biraz ayakta durabilmek bile zordu. Popomuzun üstüne düşüp düşüp yeniden kalktık hepimiz. Her gün biraz daha gayret ettik; önce bir yerlerden tutunduk sonra bıraktık tutunduğumuz yerleri, dengede kaldık. Sonunda o minik çabalarımız işe yaradı, yürüyüp koşmaya başladık. İnsanlık için küçüktü yaptıklarımız belki; ama bir bebek için muhteşem bir hazdı. Sonunda başarmıştık!
Özetle biz zaten hayata küçük adımlar felsefesiyle başladık. Şimdi pekte yabancı olmadığımız bu felsefeyi hayatımıza yeniden sokmakta sıra. Diyet mi yapacaksınız kilomu aldınız her şeyi birden keserek kendinizi cezalandırmayın önce abur cuburları azaltmakla başlayabilirsiniz mesela, fazladan bir bardak su ve 15 dakikalık kısa bir yürüyüşle başlayabiliriz güne pek tabiki. Kazanmamız gereken bir sınavsa onlarca konuyu bir günde öğrenmeyi bekleyemez kimse bizden. Önce 15 dakikalık periyotlar halinde konulara başlasak sonra bize uygun bir şekilde bu süreyi biraz arttırsak inanın gayretle yılmadan her gün yaptığımız bu çalışmalar elbet başarıya götürecektir.
Yazdıklarıma son vermeden önce konunun başında sizlere yönelttiğim soruyu cevaplayacak olursak bence zirveye uçarak gitmenin hiçbir tadı yoktur. İşin tadı bu yolculukta atılan her adımda yolda gördüklerindedir. Yolda kokladığın çiçekte ayağına batan dikende yolculuğunu sana ait kılar. Farkına vararak attığın her adım zirveye değer katar; çünkü “Asıl sır varılan yolda değil, yolculukta gizlidir!”